26 Şubat 2011 Cumartesi

Yediğiniz meyve karakterinizi belirliyor(muş)-siz hangi meyveyi seviyorsunuz:))




KİRAZ: Hayat sizin için çok da insaflı değil. İnişli çıkışlı bir yaşamınız var, özellikle de profesyonel anlamda... Henüz kendiniz için yeterli birikime sahip olmadığınızı, hala küçük meblağlarla uğraştığınızı düşünüyorsunuz. Müthiş bir hayal gücünüz var, yaratıcı çalışmalarda bulunmaktan hoşlanıyorsunuz. İçten ve sadık bir partnersiniz; ancak duygularınızı ifade etmekte zorlanıyorsunuz.

MUZ: Doğuştan sempatik, hoşgörülü ve şefkatli bir yapınız var. Utangaç bir insansınız ve sık sık özgüven eksikliğinizin kurbanı oluyorsunuz. İnsanlar sizin yumuşak yüzlü oluşunuzdan yararlanıyor. Partnerinizin sizi hem ruhsal hem fiziksel olarak çekmesi gerekiyor ve karşısındakini tanıdıkça seven bir yapıya sahipsiniz. Tabiatınız gereği, ilişkileriniz de uyumlu oluyor.





ÜZÜM: Genel olarak nazik bir insansınız; ancak sık sık ani parlamalarınız da oluyor; fakat çabuk yatışıyorsunuz. Güzel olan her şeyi seviyorsunuz. Sıcak ve sosyal bir insan olmanız sebebiyle çevrenizde popülersiniz. Yaptığınız her şeyden zevk alıyor; aynı coşku ve enerjiyi partnerinizin de paylaşmasını istiyorsunuz. İnsanlar sizinle beraberken sıkılmıyor; çünkü onlara önerecek çok şeyiniz var. 




ELMA: Savurgan, fevri ve lafını sakınmayan bir insansınız; sert ve öfkeli bir yapınız var. Çok iyi bir organizatör olmasanız da, bu iyi bir lider olmayacağınız anlamına gelmiyor. Hızlı karar verme ve ileriye dönük adımlar atmada çok iyisiniz. Seyahat etmekten hoşlanıyorsunuz. Partnerinizle beraberken gözleriniz ışıldıyor. İçinizdeki yaşama sevincini hiç söndürmüyorsunuz.






PORTAKAL: Sonsuz sabır ve iradeye sahip bir karaktere sahipsiniz. İşlerinizi yavaş ancak derinlemesine inceleyerek yapıyorsunuz; sıkı çalışmaktan da asla yılmıyorsunuz. Çekingen olma ihtimaliniz çok yüksek; ancak güvenilir ve sözünün eri bir arkadaşsınız. Partnerinizi ince eleyip sık dokuyarak seçiyor ve onu tüm kalbinizle seviyorsunuz. Anlaşmazlıkları ne pahasına olursa olsun engelliyorsunuz. 





ARMUT: Aklınıza bir şey koydunuz mu muhakkak başarıyorsunuz; fakat genel olarak değişken ve başladığı işi bitirmekte zorlanan bir yapınız var. Çünkü emeğinizin sonucunu hemen elde etmek veya baştan sonucun ne olacağını bilmek istiyorsunuz. Zihinsel uyarılmalara açıksınız ve fikir bazında tartışmalardan hoşlanıyorsunuz. Çok çabuk arkadaşlık kurabilseniz de, ilişkileri devam ettirmekte sorun yaşıyorsunuz. 


KAVUN: Korkusuz bir insansınız; olup biteni, başınıza gelenleri doğal karşılıyor, üstünde durmuyorsunuz. Eğlenceli kişiliğiniz ve cömert yapınız nedeniyle insanlar size çekiliyor. İş yaşamında tuttuğunu koparan bir insansınız; doğru zamanda doğru yerde olmakta ustasınız. Yeni insanlarla tanışmaktan hoşlanıyorsunuz. Karşı cins üzerindeki en etkili silahınız; mizah anlayışınız!





NCİR: Ciddi, düşünceli ve duyarlı bir yapıya sahipsiniz. Sosyalleşmekten hoşlansanız da, belli bir mesafeyi korumaya özen gösteriyorsunuz; kendinize sakladığınız bir alan her zaman olmalı... Açıkgöz, çabuk kavrayan ve cin gibi bir insan olmanız sebebiyle, özellikle iş yaşamında tepeye oynuyorsunuz. İnatçı bir insansınız. Partnerinizde tutkulardan önce beyine bakıyorsunuz.






ŞEFTALİ: Oldukça neşeli bir yapıya sahipsiniz. Yaşamayı seviyorsunuz. Dostluklar hayatınızın vazgeçilmez bir parçası... Olayları büyütmüyor ve çabuk bağışlıyorsunuz. Açık sözlü ve dobra bir insansınız. Bağımsız ve hevesli karakteriniz sizi tuttuğunu koparan bir insan yapıyor. İdeal bir partner ve tutkulu bir aşıksınız; ancak sevginizi diğer insanların gözü önünde göstermekten hoşlanmıyorsunuz.


http://www.internethaber.com/yediginiz-meyve-karakterinizi-belirliyor-foto-galerisi-12951-p1.htm

24 Şubat 2011 Perşembe

Tasarım Parkı'nda “Tasarımda Kadınca Kodlar” Sergisi…



Tasarım Parkı'nda “Tasarımda Kadınca Kodlar” Sergisi…
Tasarım Parkı, sıra dışı tasarım etkinliklerine bir yenisini ekliyor. Dünya Kadınlar Günü’ne ithaf edilen “TASARIMDA KADINCA KODLAR SERGİSİ”; endüstriyel tasarımcı, içmimar, mimar, grafiker, moda tasarımcısı kadınların eserlerine ev sahipliği yapıyor.

Serginin, kadınların dünyadaki değeri, önemi ve yaşam haklarının konuşulduğu günde açılıyor olmasının, “Kadının tasarımdaki yerini ve önemini vurgulamak amaçlı” olduğunu belirten tasarımcı ve Tasarım Parkı kurucusu Nursema Öztürk; “Türk kadınları olarak tasarladığımız eserlerimizle dünya sahnesinde yer edinmeye başladık. Kadın kimliğimizi ön plana çıkarmadan, yaratıcılığımız ve zekamızla bu sahnede var olma mücadelesi veriyoruz. Bu sergi ile ‘Biz de buradayız ve üretiyoruz’ mesajımızı vurgulamak istedik” diyor.

İdealist kadınlardan oluşuyor…
Sergiye katılan kadın tasarımcılar eğitimli, vizyonu geniş, dünyaya açılmış ya da açılmaya çalışan, bildiklerini üniversitelerde öğrencileri ile paylaşan idealist kadınlar… Sergi katılımcıları arasında Gamze Güven , Oya Akman, Alev Ebuzziya, Aslı Kıyak, Bahar Korçan, Mehtap Obuz gibi isimler bulunuyor. 30 tasarımcının eserleri, iki ay süresince Yoğurtçu Parkı’nın tam karşısındaki Tasarım Parkı’nda sergilenecek.
Serginin küratörü, aynı zamanda Tasarım Parkı kurucusu tasarımcı Nursema Öztürk… Serginin danışma kurulunda ise Esin Benöz, Özlem Devrim, Umut Kart, İrem Toprakkaya, Oya Akman, Gamze Güven ve Yasemin Aksoy gibi alanlarında uzman kadınlar bulunuyor.

Haber: KADİR TOPRAKKAYA

http://www.kadikoylife.com/TASARM_PARKNDA__TASARMDA_KADNCA_KODLAR__SERGISI_/750

23 Şubat 2011 Çarşamba

değerli arkadaşım O.K.A. - MAVİ TUTKU beni ödüllendirmiş...


bu anlamlt ve değerli ödül için  O.K.A. - MAVİ TUTKU -http://benve-phonix.blogspot.com/  ya çok teşekkür ediyorum,bende bu güzel ödülü severek izlediğim tüm  blog arkadaşlarıma  göndermek istiyorum..hepimiz için güzel paylaşımların keyifle devamını diliyorum..

Necdet Kalay ( 1932)- (1984) -Resimlerini çok beğendiğim ressamlarımızdan











1932 yılında İstanbul'da doğan Necdet Kalay, ilk ve orta öğrenimini bu şehirde tamamlamıştır. İlk çalışmalarına heykel sanatçısı Faruk Morel ve ressam Şeref Akdik'ten ders alarak başlayan sanatçı, daha sonraki yıllarda İDGSA Resim Bölümü'nde eğitim görmüştür. 1954-1957 yılları arasında eğitim gördüğü Güzel Sanatlar Akademisi'nde pek çok otoriteden resimle birlikte sanat bilgisi dersleri de almış, böylece sanat kültürünü de geliştirmiştir.



Daha çok kendi kendisini geliştirdiği kabul edilen Necdet Kalay, ilk sergisini 1960 yılında İstanbul'da açmıştır. 1970'li yıllarla birlikte resim çalışmalarına yurt dışında devam etme kararı alan sanatçı, o dönemin en ünlü Türk ressamları arasına girmeyi de başarmıştır. Türkiye'deki özel koleksiyoncuların ilgisinin Türk ressamlarına yöneldiği o yıllarda; Necdet Kalay, son derece popüler bir ressam olarak pek çok resim satmıştır. Necdet Kalay'ın resimlerinde daha çok Anadolu peyzajının geniş fırça tuşlarıyla çalışıldığını görürüz. Onun resimlerinde görüntüyü ana çizgileriyle vermeyi amaçlayan bir özellik ve dekoratif yanı ağır basan bir anlayış ön plandadır. Sanatçı, 1984 yılında ölmüştür.

not:resimler ve biyografi netten alıntıdır.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Hayat selinde kadınlar

Hayat selinde kadınlar

2009'da sel felaketinde bir panelvanın içinde boğularak ölen sekiz kadın işçinin hikâyesi, Sel adlı oyuna ilham kaynağı oldu.


İstanbul, bundan bir buçuk yıl önce bir eylül sabahı tarihinin en büyük sellerinden birini yaşamıştı. Felaket sonucunda can ve mal kaybı büyük olurken, bilim kurgu filmlerine taş çıkaracak cinsten ve akıllara kazınan bir kaza da yaşanmıştı. İşlerine gitmek için bir panelvanın içinde yolculuk yapan sekiz kadın işçi, kentin çok da dışında sayılmayacak bir yerde, otobanda, aracın içinde boğularak can vermişti. İşte o kaza, yarın akşam saat 20.30'da ilk kez garajistanbul'da sahnelenecek Sel adlı bir tiyatro oyununa esin kaynağı oldu. Tek perdelik ve sekiz kadının rol aldığı oyun, o gün yaşanan sel felaketinin gerçek görüntüleriyle açılıyor. Oyunun yazarı Esin Taşçı, akıl sınırlarını zorlayan olayın unutulmaması gerektiği fikri üzerinden yola çıktığını söylüyor. Sel'in yönetmeni Ayşe Burcu Eren de bu ve benzeri olayları tiyatro sahnesine taşıyarak farkındalık yaratmanın önemine değiniyor ve "Şehrin göbeğinde Atatürk Havalimanı'na beş dakika uzaklıkta, neredeyse bir kutunun içinden çıkamadıkları için boğularak can veren kadınların hazin sonu beni çok etkiledi. Olay sırasında kadınlar iki kez kapıyı açıyorlar, vazgeçip inmiyorlar ve sonrasında da boğulup ölüyorlardı. Sırf bu kadarı bile bize; 'Neden inmediniz? Ölmeyi hiç mi aklınıza getirmediniz? Getirmezsiniz tabii. Orada tam da şehrin göbeğinde, olacak şey değil mi?' sorularını sordurmaya yetti" diyor.
'FOTOĞRAFLAR ETKİLEDİ'

Olayın ister istemez oyunda sıkışmışılık duygusunun verilmesi ve işlenmesini de beraberinde getirdiğini kaydeden yönetmen Eren, evde ve işyerinde de sıkışmışılık duygusuyla hayatlarına devam eden kadınların sonunda bir kutunun içinde sıkışıp boğulmalarını göstermeye çalıştığını kaydediyor. Esin Taşçı da Eren'i destekleyerek, kadınların metaforik anlamda zaten boğulmuş olduklarından bahsediyor ve ekliyor: "Bu bir kadın oyunu, kadınların sıkışmışlığını, küçük yaşlardan itibaren maruz kaldığı ayrımcılığı eleştiren bir oyun. Bazen küçük, sıradan görünen yaşam öyküleri vardır ama içinde çok büyük bir duygu yoğunluğu barındırır. Basından olayı takip ederken günlerce gözümü onların fotoğraflarından ayıramamıştım. Gözlerdeki ifadeler, o yarım kalmış gülümsemeler, bana o kadar çok şey söyledi ki. Sonra da yanyana yatırılmış üstlerine beyaz örtü örtülmüş bedenler ve etrafında polis otoları. Galiba ben en çok fotoğraflardan etkilendim." Bir saatlik Sel oyunu prömiyerinin ardından, garajistanbul'da 16 ve 23 Şubat ile 2 Mart'ta sahnelendikten sonra başka şehirlerde de seyirciyle buluşacak. Bilgi: www.garajistanbul.org
ÖZGÜR ÇAKIR SABAH

20 Şubat 2011 Pazar

TÜRKİYE' DE SULUBOYA RESİM VE SULUBOYA RESSAMLARI

Tüm yaşamı boyunca , resmin tek bir tekniği üzerinde durmayı ve bu tekniğin sınırlı olanaklarıyla yetinmeyi yeterli sayan sanatçılar, yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla hemen hemen her ressam tarzı dışında ( ki bu yağlıboya ) farklı diğer bir kaç tekniği denemiştir. Suluboyada bunlardan en çok başvurulanıdır.
Ressamlarımızın bir bölümüne, suluboya resim yapmaya yönelten nedenlerin başında, zengin ışık ve doğa kaynağına sahip olan ülkemizin görsel koşulları geliyor olmalıdır. İzlenimci anlayışa yakın sanatçılar, özellikle İstanbul çevresinin doğal niteliklerini ve değişken görünümlerini suluboya tekniğine uygun bir ortam olarak değerlendirmiştir.
Asker ressamlar kuşağı eğitimleri gereği zaman zaman suluboya resme el atmışlardır. İspanyol asıllı Şirans'ın hocalığa başlamasıyla öğrencileri bu tür resme teşvik etmiştir. Ondokuzuncu yüzyıl içinde İstanbul'a gelen yabancı asıllı sanatçılar arasında , bu tekniğe ilgi duyanların bulunmuş olması , suluboya resmin , bizim ressamlarımızca benimsenmesini sağlamıştır.

Bunlardan Üsküdarlı Hoca Ali Rıza Bey de durmak gerekir. İstanbul' un bir çok semtini ve özellikle Üsküdar' ı şiirli pitoresk havası içinde desen ve suluboya resimlerinde ölümsüz kılmış, İstanbul yaşamına ilişkin belgesel etütler bırakılmış olan bu sanatçımızın suluboya resimleri , tekniğin gerektirdiği dikkat ve inceliklerle örülüdür.

Hoca Ali Rıza ilk çağdaş Bahriyeli İsmail Hakkı daha çok deniz görünümlerini konu olan suluboya resimlerinde " Hoca Ali Rıza " okulunun bir üyesidir.

Bizde genellikle doğa görünümlerine dayalı olarak gelişen suluboya tekniği , en özgür çalışma temposunu izlenimci anlayışta bulmuştur. Hüsnü Yusuf, Üsküdarlı Cevat ve amatör çalışmalarıyla Ruhi Koray da suluboyada bu anlayışa bağlı kalmışlardır.
Yakın zamanlara gelinceye kadar suluboya, tüm dikkatlerini ve çalışmalarını bu alanda yoğunlaştırmış sanatçılardan çok yağlıboyanın yanısıra ikinci bir tekniği denemeyi zorunlu sayan ressamların yan uğraşı olmuştur . Genellikle bu ressamların büyükçe bir bölümü için suluboya, tuvale geçişte bir etüd, bir öne çalışma niteliği gösterir. Onların bu çalışmaları derlenerek bir araya getirilirse , çağdaş Türk resminde gizli bir güç, bir potansiyel olarak varlığını koruduğu görülecektir.

Akil Muhtar Özden asıl uğraşı tıp dışında hocası Feyaman Duran'ın etkisiyle suluboyaya yönelenlerdendir. Bir başka sanatçımızda Celal Esat Arseven'dir. Bir sanat tarihçisi olmasına karşın Celal Esat, suluboya resmin Hoca Ali Rıza' yı izleyen ilk temsilcileri arasındadır. Kimi kaynaklar onun için , suluboya dalında Türk resminin " küçük çapta bir ustası" diye söz ediyor. Gerçektende 1944'de Ankara Sergievi' nin büyük salonunda 300 kadar suluboyasıyla açtığı sergi, bu sanat dalının gösteriye dönük ilk önemli adımı sayılabilir.
Doğadan aldığı konuları hafif renk uyumları içinde işleyen ve böylece suluboyanın gerektirdiği teknik yetenekleri , bir üslup aşamasının üzerinde değerlendiren öncü kuşak sanatçıları arasında Malik Aksel   inde önemli bir yeri bulunmaktadır.

Gerçekte bir afiş sanatçısı olmakla beraber İhap Hulusi de suluboyada Hoca Ali Rıza kuşağını izleyen , fakat daha yenilikçi bir tekniğe yer veren öncüler arasındadır.
"D " Grubu kurucularından Elif Naci'nin resimleri arasında da suluboya tekniği önemli bir yer tutar.

Zamanla özgün bir tekniğe ulaşan sanatçılarımız değişik arayışlar içine girmişlerdir ve böyle bir ortam içinde suluboya resimlerin, bir yan uğraş niteliğini aşması , salt bu teknik üzerinde derinleşme eğilimlerinin yavaş yavaş görülmeye başlanması doğaldır.

Sanatçıların bir bölümü , zaman zaman eğildikleri suluboya tekniğini yağlıboya ölçüsünde bir etkinlik aracı saymaya başlamışlar ve sergilerinde suluboya çalışmalarına da yer vermişlerdir. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nu bu sanatçıların başında saymak gerekir. Bedri Rahmi 'de suluboyaya ilişkin değerler son derece rahat, bir anda oluşturulmuş izlenimi verir. İster figür ,ister nakış olsun hepsinde aynı etkiyi yakalamak mümkündür.
Turgut Zaim, Bedri Rahmi gibi yöresel beğeniyi kullanmakla birlikte onun kadar çok eser üretmemiştir. Soyut çalışmalara yönelmiş olan Arif Kaptan bu değişimi bu değişimi büyük ölçüde suluboya tekniğine borçludur.

Bu dönem sanatçılarından çalışmalarında suluboyaya da önemli ölçüde yer vermiş, sanatçılar arasında Abidin Elderoğlu, Sabri Berkel, Abidin Dino sayılabilir. Abidin Dino özellikle 1970'lerden sonra çiçek konularını içeren bir dizi suluboya çalışmıştır.

Sonraki genç kuşağa gelindiğinde suluboya çalışmalarda daha özgür ve bağımsız durumlar ortaya çıkmaktadır. Aralarında Turan Erol , Orhan Peker , Oya Katoğlu , Mustafa Ayaz ve Necdet Kalay gibi sanatçıların   bulunduğu bir grup kendi sanat anlayışlarına uygun düzenleme örnekleri vermektedirler. Suluboya fantastik görüş doğrultusunda derinleşme çabası içinde bulunan Ertuğrul Oğuz Fırat'ı bu grubu içinde değerlendirebiliriz.

Suluboya ressamları arasında gruplaşma eğilimleri 1970'tedir. İlk kez bu tarihte Celal Esat Arseven , Malik Aksel, Numan Pura   , Ferit Apa , Cafer Bater, Nüzhet İslimyeli, Cemal Güvenç ve Hikmet Duruer' den kurulu " Suluboya Ressamları Grubu" , Ankara'da ilk ortak sergilerini düzenlemişler ve sonraki yıllarda da yeni üyelerin katkısıyla bu sergiyi geleneksel biçime sokmuşlardır. Bu grubun 5 Aralık 1970 deki ilk ortak sergisi nedeniyle yayınlanan katologtaki yazıda amaçlarını kısaca şöyle belirtmişlerdir; "Memleketimiz sanatında eksik kalan suluboya tekniğini sevdirerek yaymak ve geliştirmek, yeni yeni değerlerin yetişmesinde lüzumlu ortamı hazırlamak, suluboya ressamlarımızın çabalarını ve ürünlerini içte ve dışta sergiler açarak tanıtmak"

Gruba sonradan Kâzım Arısan , Ömer İstemi Hatipoğlu, Bedia Taran, Işıl Özışık, Saim Kara; Enver Demokan, Ruzin Gerçin  Noyan Turunç, Mazhar Aykut ve Pakistan asıllı Ajz Anvar  katılmıştır.

Bu grubun üyelerinden olan ve halen Buca Eğitim fakültesi resim iş bölümünde Öğretim görevlisi olarak çalışan Turan Enginoğlu'da resimlerindeki sadelikle ön plana çıkmış ressamlarımızdandır. Suluboya çalışmalarına da olabildiğince yer vermiş olan sanatçının bu sadeliği suluboya çalışmalarında da görülür.

Suluboya Ressamları Grubunun üyeleri arasında biri İstanbullu öbürü Ankara' lı iki sanatçı ; Cafer Bater   ve Cemal Güvenç , çalışmaları ve ilgilerini doğrudan doğruya suluboya tekniğinde yöneltmiş kişiler olarak dikkati çekerler

Cafer Bater soyut sınırına yaklaşan resimlerinde bile ,yeterince algılanmış bir doğa beğenisinin , yaşama sevincinin izlerini seçmek mümkündür. Suluboya ressamlarının çoğunda görülen belgeci yaklaşım ve değerlendirmeler , Bater'in sanatı için geçerli olmamıştır.



Cemal Güvenç uzun yıllardan beri yaşamakta olduğu Ankara ve yöresinin sanatçısıdır. Ondaki suluboya değerleri , daha kategorik , daha içe dönük eğilimler gösterir. İnsansız kıyı görünümleri , göz alabildiğine uzanan düzlükler, sarı rengin ve toprak renginin hakim olduğu bir beğeni üzerine kuruludur genellikle
Grup etkinliği dışında kalan ve İstanbul'da kişisel çalışmalarla doğrudan doğruya suluboya tekniğine yönelmiş olan Mustafa Pilevneli   ve Ruzin Gerçin   , özellikle son yıllarda başarılı çıkışlar yapmaktadırlar. Daha çok bir grafik sanatçısı olarak bilinen Pilevneli renkli baskı tekniği dalındaki çalışmalarının yanısıra , küçük boyutlu suluboya resimlerinde Anadolu Görünümlerini şiirsel gerçekçi bir anlatımla ele almaktadır.



Ruzin Gerçin de Pilevneli gibi suluboya tekniğinde sonradan yönelmiş sanatçılardan biridir. Gerçin de Pilevneli , eş değerli resim duyarlılıklarını işledikleri suluboyalarında , geleneksel tasvir sanatlarımızla kanbağı bulunan bir anlatım biçimini , çağdaş düzeyde değerlendirmektedir.


Suluboya dalındaki kendine özgü üslubuyla , adını yurt sınırları dışına taşırmış olan Fikret Mualla Saygı ( 1903-1967 )  Çağdaş resim dünyamızda suluboyayı salt bir teknik olarak değil, bir yaşam ve algılama yöntemi olarak başarıyla uygulamış olan bir sanatçıdır. Çalışmalarında zaman zaman guaj boyayı da kullanmış sanatçı ölümüne kadar uzun yıllar yaşadığı Paris sokaklarının günlük yaşamını , tüm insanların gerçek bir sanatçı duyarlılığıyla yansıtır.



Bir başka sanatçımız Hamza İnanç da natürmort ve peyzaj türünde bu dalın dikkate değer örneklerini savunmakla , büyük ölçüde suluboyaya yönelmiş bir sanatçı sayılabilir. Daha eski kuşak sanatçılarından Arif Kaptan , suluboyanın malzemeye dayalı doku etkinliğini , soyut biçimleme düzenlerine bağlı bir doğrultuda çalışmalarına, son yıllarda ağırlık vermiş görünüyor.
Salt suluboya tekniğine yönelmiş sınırlı bir sanatçı grubunun yanı sıra, zaman zaman bu tekniği de kullanmış yada kullanmakta olan ressamlarımızın varlığı , suluboyanın özellikle 1950'lerden bu yana çağdaş Türk resmi için "ön çalışma" malzemesi olarak ele alınmadığı , geleceğe dönük kişilik oluşumlarında kalıcı bir yorum kaygısının vazgeçilmez ögesi biçiminde değerlendirildiği kanıtlanmaktadır.

http://www.kadikoysanat.com/main/links.asp?link_ID=46

KAYNAKÇA

1.Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı ; Cilt 4 Kaya Özsezgin; Mustafa Aslıer, Tiglat yayınları .1989 1.Suluboya ile ilgili kaynak (Suluboya Resim Sanatı Tarihi) Nüzhet İslimyeli,1982, Ayyıldız matbaası, Ankara Sanat Yayınları

3-Cumhuriyet Dönemi Türk Resmi ,Nurullah Berk-Kaya Özsezgin,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,1983,Ankara

19 Şubat 2011 Cumartesi

CKM'de Ara Güler Sergisi...



Caddebostan Kültür Merkezi'nde 10 Şubat - 15 Mart tarihleri arasında Ara Güler'in "İstanbul ve İstanbul'un Edebiyatçıları" fotoğraf sergisi sanatseverlerle buluşuyor.









Kadıköy Belediyesinden yapılan açıklamaya göre, sergide, Ara Güler'in Aziz Nesin, Nazım Hikmet Ran, Reşat Nuri Güntekin, Edip Cansever, İlhan Berk gibi Türk edebiyatının önde gelen isimlerinin portrelerinin bulunduğu fotoğrafları yer alıyor.



 Serginin büyük bölümünü siyah-beyaz fotoğraflar oluşturuyor..

Sergi, 15 Mart'a kadar CKM Sanat Galerisi'nde görülebilecek

http://www.kadikoylife.com/CKMDE_ARA_GULER_SERGISI/729
Haber: ÖZGÜR UYSAL

15 Şubat 2011 Salı

'Cam' Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu'nun yeni oyunu 'Cam'; Şubat ayında, farklı sahnelerde tiyatroseverlerle buluşmaya devam ediyor!



Entrika, kin, aşk ve ihtiras dolu bir oyun, CAM!

Kadın ve erkek arasında ki ilişki hiç bu kadar karmaşık ve esrarengiz olmamıştı.
Kadın, erkek için ne ifade ediyor! Peki ya erkek kadın için ne ifade eder? Hayatın sırrı kadınla erkek arasında ki sadakatte mi saklıdır? Yoksa hayatın kendisi sadakate karşı mıdır?

'Cam'; resim dersleri veren bir ressam, onun boşanmak üzere olduğu kocası, yakın arkadaşı ve iki öğrencisinin etrafında şekilleniyor. İnsanların kurduğu yakın ve özel ilişkilere yakından bakan 'Cam'; bu ilişkilerin sahteliğini ve kırılganlığını esprili anlatımıyla ortaya koyuyor. Başarılı bir kara mizah örneği sunan oyun; aynı şekilde başlayan bir hikayenin, anlık bir karar ve bir rüzgar esintisiyle nasıl iki ayrı yöne akabileceğini şaşırtıcı kurgusuyla gözler önüne seriyor.
'Cam'
15 Şubat'ta Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi'nde

17 ve 24 Şubat'ta Profilo Kültür Merkezi'nde

25 Şubat'ta Kozyatağı Kültür Merkezi'nde

27 Şubat'ta ise TİM Maslak Show Center'da sahnelenecek.


 http://yercekimi.ekolay.net/haber/2925/763145/Cam.aspx

14 Şubat 2011 Pazartesi

Bu Bitkiler “Hava”nızı Değiştiriyor!





Şimdiye kadar bitkilerin sadece karbondioksit absorblayıp oksijen verdikleri biliniyordu. Fakat NASA’nın iki yıl boyunca 90 bitki üzerinde yaptığı araştırma, bu bitkilerden 15’inin başta benzen, formaldehit ve TCE gibi kanserojen maddeler olmak üzere, birçok zararlı maddeyi emdiğini kanıtladı.



Hepimiz kentleşmenin yanında yeşilin korunduğu bir çevre düzenlemesini arzu ediyoruz. Fakat bu, bizim isteklerimizle şekillenmiyor ne yazık ki… Hızlı bir betonlaşma ile yeşili hunharca yok ediyoruz adeta… Şehir yaşamında ağaçlar, artık parmakla sayılacak hale geldi. Yeşilin azalmasıyla birlikte iyice belirginleşen hava kirliliğini solumak, artık adını sıklıkla duyduğumuz depresyon, halsizlik, astım, alerji gibi hastalıkları beraberinde getiriyor. Yaşam düzeni açısından herkesin şehir hayatından uzakta olma imkanı bulunmuyor. İşte belki de bu nedenle yeşilin bol olduğu ağaçlık alanlara gidince, temiz havayı bolca içimize çekiyoruz.

Yalnızca dışarıdaki etkenlerle değil; ev ve ofis içi ortamlarda, duvar boyaları, halılar, yer döşemeleri, mobilya cilaları ve temizlik maddeleri gibi pek çok alandan ortama yayılan zararlı maddeler nedeniyle de iç hava kalitesi düşüyor. Hatta Çevre Koruma Ajansı (EPA)’nın yaptığı araştırmada iç ortamın, dış ortama göre daha kirli olduğu belirtiliyor. Bu kirliliğin de genel olarak hasta bina sendromuna neden olduğu, bu zararlı kimyasalların kısa ve uzun dönemde olumsuz etkilerinin olacağı açıklanıyor. Kısa dönemdeki etkiler arasında göz, burun ve boğazda yanma, baş ağrısı, yorgunluk ve halsizlik gibi belirtiler; uzun dönemdeki etkiler arasında ise alerji, astım, kalp rahatsızlıkları ve kanser gibi rahatsızlıklar yer alıyor.

Bu durum karşısında alınabilecek tedbirler açısından ilk yapılması gereken, iç ortamların düzenli olarak havalandırılması… İkinci olarak da, evlerimizde dekoratif amaçla yetiştirdiğimiz bitkilerden yardım alabiliriz.

Bitkilerin havayı temizlediğini ve en azından, kullanım tasarrufumuzda bulunan alanları yeşillendirme imkanımız olduğunu hepimiz biliyoruz. Belki ev ya da ofis ortamlarında bitkileri göz zevkimize hitap etsin diye bulunduruyoruz ama bilinmesi gereken bir şey daha var ki, o da bazı bitkilerin bizi iç ortam kirliliğinden korumaya yardımcı olması…

KİRLİLİKLER 24 SAATTE, YÜZDE 87 ORANINDA YOK EDİLEBİLİYOR

Şimdiye kadar bitkilerin sadece karbondioksit absorblayıp oksijen verdikleri biliniyordu.

Fakat NASA’nın iki yıl boyunca 90 bitki üzerinde yaptığı araştırma, bu bitkilerden 15’inin zararlı kimyasalları emdiğini kanıtladı. Aloe vera, bambu, areka, kauçuk, benjamin, deve tabanı ve dracaena çeşitleri, barış çiçeği, paşa kılıcı, İngiliz sarmaşığı, potos sarmaşığı, salon eğreltisi ve kurdele çiçeğinin başta benzen, formaldehit ve TCE gibi kanserojen maddeler olmak üzere, birçok zararlı maddeyi elimine edebildiği ortaya çıktı.

Bu bitkiler kirliliği, 24 saatte yüzde 87 oranında yok edebiliyor. Etkili bir sonuç elde etmek için ise, bitkilerin boyunun en azından 15 cm kadar olması gerekiyor.

Yapılan araştırmalar sonucu bazı bitkilerin, bir takım kimyasallar üzerinde daha etkili olduğu sonucuna varılmış. Örneğin; kurdele çiçeği ve potos sarmaşığı formaldehit, barış çiçeği TCE, İngiliz sarmaşığı sigara dumanı ve paşa kılıcının da temiz koku açısından daha etkili olduğu görülmüş. O nedenle, bu bitkileri kombine halinde kullanmak daha verimli sonuç alma açısından faydalı olacaktır.

Bu bitkiler ayrıca nem dengesinin sağlanmasına ve topraktaki bazı kirliliklerin elimine edilmesine yardımcı oluyor; yani bu durumda toprak seçimi de oldukça önemli bir konu haline geliyor. Bu nedenle zararlı madde içermeyen, mikroorganizmaların gelişmesine fırsat vermeyen kaliteli toprak seçimine de özen gösterilmesi gerekiyor.

Sonuç olarak; gerek evde, gerek iş yerlerinde elimizde olmadan pek çok kimyasala maruz kalıyoruz ve bunlardan çeşitli şekilde etkileniyoruz. Fakat her gün burun buruna geldiğimiz bu zararlı kimyasalların birkaçından kolay bir yöntemle korunabildiğimizi bilmek, insanın içini rahatlatıyor. Bu nedenle mümkün olduğu kadar evde bol bol bu bitkilerden bulunduralım ve böylelikle, kendimizi de ailemizi de bir ölçüde koruyalım…

http://blog.naturelifemagazine.com/?cat=5


10 Şubat 2011 Perşembe

Aşkınız için dünyayı tersine çevirin

Aşkınız için dünyayı tersine çevirin

Her birimiz günlük ihtiyaçlarımız için yılda ortalama “7 Ağaç”ın kesilmesine neden oluyoruz.


ÇEKÜL Vakfı sevgililer gününde, bu gidişatı tersine çevirmeyi öneriyor...


ÇEKÜL Vakfı'nın 7 Ağaç Ormanları Projesi, doğa dostlarını "Sevgililer Günü"nde aynı amaç için birleştiriyor. Sevgililer Günü gibi özel günlerde doğaya duyarlı davranmayı tercih edenler "7 Ağaç Ormanları" kapsamında oluşturulan ormanda sevdikleri adına ağaç diktirebiliyor.


17 yıldır devam eden ve ÇEKÜL Vakfı'nın süreklilik kazanan projelerinden biri olan 7 Ağaç Ormanları Projesi, doğaya karşı sorumluluğunu hatırlayan bireysel ve kurumsal destekçilerle büyüyerek devam ediyor. Ağaç hediye etmek isteyenler, telefon veya internet üzerinden proje sorumlularına ulaşabiliyor.


NEDEN "7 AĞAÇ"?

Her birimiz günlük yaşamımızda tükettiğimiz kâğıt, kalem, mobilya, yakacak gibi olmazsa olmaz gereksinimlerimiz için yılda ortalama "7 Ağaç"ın kesilmesine neden oluyoruz. Tükettiğimiz ağaçları doğaya yeniden kazandırmak ve bilinçli tüketimin yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla, 7 Ağaç Ormanları projesi 17 yıldır devam ediyor.

http://www.mylife.com.tr/Yasam/2011/02/04/askiniz_icin_dunyayi_tersine_cevirin

8 Şubat 2011 Salı

İstanbul'un kahveleri


İstanbul'da kahvelerin, gündelik hayatın temel kültür kurumları arasında yer alması 16. yüzyıla dayanır


Hatta Salah Birsel, ilk kahvelerin açılışı ile ilgili kesin bir tarih bile verir. Ona göre ilk kahveler 1555 yılında, Halep'ten gelen "Hakim" ile, Şam'dan gelen "Şems" tarafından Tahtakale semtinde açılmıştır. Açılış o açılış. Sonrası malum. Pıtrak gibi tüm kente yayılmıştır. Son 10 yıla kadar, sadece erkeklerin gittiği bu buluşma mekanlarında, son zamanlarda kadın kahkahaları da duyulmaya başlamıştır.



Malum, Mart ayına yaklaştık. Önümüzde güzel bir bahar var. Size anlatacağım kahvelerden baharı seyretmenin, yaşamınıza müthiş bir keyif katacağından emin olabilirsiniz.



Bugünlere gelmeden önce, biraz dünde dolaşmakta yarar var. Benim, "kadınlı-erkekli" ilk kahvem Beyazıt'taki Küllük olmuştur. Edebiyat Fakültesi'nde okurken, derslerden arta kalan zamanımı bu kahvede geçirirdim. Burada, kızlı-erkekli tüm arkadaşlar buluşur, ders notlarını değiş tokuş eder, derse gitmemek için bahaneler uydurur veya hangi sinemaya gitmek konusunda kavga ederdik. Daha çok sol görüşlü öğrencilerin devam ettiği kahvenin tarihi, aslında epey eskilere dayanır.



KÜLLÜK'ÜN GEDİKLİLERİ(öğrencilik yıllarımda bizde giderdik...benim okuluma da çook yakındı...mehtap kuzucu)



Burayı en iyi Salah Birsel anlatır. Ünlü yazar "Kahveler" kitabında, Küllük hakkında şu bilgileri verir: "Küllük Kahvesi Beyazıt Camii'nin Aksaray'a bakan kapısı altında, kuytu, koltukaltı bir yerdir. Çınar ve atkestanelerinin serinliği altına sığınmıştır. Küllük'te hemen hemen her yazar, her ozan boy göstermiştir. Yahya Kemal'den tutun da Necip Fazıl, Mesut Cemil, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Şükufe Nihal'e değin herkes buranın kahvesiyle kahvelenmiştir. Burayı sık yoklayanların arasında Neyzen Tevfik de vardır. Reşat Nuri de Küllük'ün gediklilerindendir.

1940 yılında Küllük'ün havası oldukça değişir. Burayı bu sefer yenici yazarlar doldurmaya başlar.



Abidin Dino, Fikret Adil, Rıfat Ilgaz, Asaf Halet Çelebi, Arif Dino, Suat Derviş, Bedri Rahmi Eyüboğlu en çok görünenler arasındadır. 1942'de Orhan Veli de Küllük'te yedek subay giysileriyle görünür..." Küllük işte böylesine önemli bir kahvedir ve edebiyat dünyası, uzun yıllar oradaki masalarda şekil bulmuştur.



MESERRET KAHVESİ



Diğer önemli bir kahve de, Sirkeci'den Cağaloğlu'na çıkarken Ankara Caddesi ile Ebusuut Caddesi'nin kesiştiği köşedeki Meserret Kahvesi'dir. Ben bu kahvenin son dönemine rastladım. Orada çayımı yudumlarken, Meserret artık eski önemini yitirmiş, sıradan insanların devam ettiği, sıradan bir kahve haline dönüşmüştü. Daha sonra tamamen kapanıp, anılardaki yerini aldı.



1900 yılların başında açılan kahve, özellikle gazetecilerin buluşma yeriydi. Muhabirler, yazarlar haberlerini ve köşe yazılarını bu kahvenin masalarında yazıp gazeteye verirlerdi. Burası ayrıca, bir çok dergi ve gazetenin ilk tasarlandığı yer olmuştu. O zamanki transferler de, Meserret'te çay-kahve içilirken gerçekleştirilmişti.



Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sait Faik, Edip Cansever, Muzaffer Buyrukçu, Necip Fazıl, Salah Birsel gibi edebiyatçılar, bu kahvenin müdavimleri arasında yer alıyordu. Meserret Kahvesi'nin kirli masalarında nice şiir, nice öykü, nice roman hayat bulmuştu.



EYÜP'TE PİYER LOTİ



İstanbul'da, en sevdiğim kahvelerin başında, Eyüp sırtlarında, Karyağdı Bayırı'nın sonundaki "Piyer Loti" kahvesi yer alır. Özellikle pazar sabahları, erken saatlerde oraya gitmenin keyfine doyamam. O saatlerde masalar boş olur. Simit, fırından yeni çıkmıştır, mis gibi kokar. Çay tavşan kanıdır. Haliç'e bir pus oturur. Görüntüler netliğini kaybedip, hayale dönüşür. Güneş altında parıldayan cami minareleri, gümüş gümüş akan Kağıthane Deresi, Eyüp, Balat, Alibeyköy, Kasımpaşa... Tüm eski İstanbul'un uyanışını seyretmenin keyfi anlatılır gibi değildir.



Orada oturduğum süre içinde, ne hayallerin içine düşerim anlatsam şaşarsınız. En güzel cümlelerim de, o puslu manzarayı seyrederken aklıma gelir nedense. Kitaplardaki bilgiler, kahvenin bulunduğu yerden görülebilen manzaranın 19. yüzyılda, bugünkü manzaradan çok farklı ve daha etkileyici olduğunu yazar. Örneğin İstanbul Ansiklopedisi'nde bu manzara şöyle anlatılır: "Sola bakıldığında aşağıda Kağıthane Deresi'nin berrak sularının Haliç'e kavuştuğu görünüyordu. Eyüp yeşilliklerle bezeliydi. Eyüp Sultan Külliyesi semtin ortasında müstesna bir görünüme sahipti. Sahilde hanım sultanların sarayları yer alıyordu. Bahariye Adaları da bu güzelliği bütünlüyordu. Görüş derinliği, hava kirliliğinin bulunmayışı nedeniyle Anadolu yakasındaki tepelere kadar uzanmaktaydı..."



Pierre Loti ise adıyla anılan kahveden seyrettiği manzarayı şöyle tarif eder: " Haliç'in nihayetinde Eyüp'ün muazzam peyzajı... Çok eski ağaçlardan mürekkep bir ormandan, mermer beyazlığı ile çıkan mukaddes camii ve sonra muzlim renkler taşıyan ve içine mermer parçaları serpilmiş cesim mezarlıkları ile hakiki bir ölüm şehri olan hazin tepeler... Sağda üzerinde binlerce yaldızlı kayıklı Haliç, Küçültülmüş bir şekilde bütün İstanbul, kubbe ve minarelerini birbirine karıştıran camiler..."



BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR




Ortaköy sahilindeki kahvelerin, yaşamımda özel bir yeri vardır. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, ilk gençlik yıllarım Boğaz'ın bu güzel köyünde geçmişti. Sahildeki kahveler, ailemizin vazgeçilmez yaşam alanları arasında yer alırdı. Babam bir kahvede prafa oynar, annem başka bir kahvede bir yandan arkadaşlarıyla çene yarıştırırken, bir yandan da bana kazak örer, ben ise başka bir kahvede kızların peşinden koşardım.



Siz Ortaköy sahilinde çay içerken, karşıdaki Beylerbeyi Sarayı'nı, Ortaköy Camii'ni, meydanda gezinenleri, geçip giden gemileri, uçuşan martıları görürsünüz. Benim gördüklerim ise bambaşka şeylerdir. Kendimi caminin önünden Boğaz'ın serin sularına atlarken görürüm. Yüzme öğrendiğim günler gelir aklıma. Veya güneş batarken, sahilden salladığım çaparıyı yavaş yavaş çekişimi seyrederim. İskeleye yanaşan vapurun bacasından, kızlara gösteriş olsun diye denize balıklama atladığım günler geçer gözlerimin önünden. Yani ilk gençlik yıllarımı hatırlarım. Onun için her fırsatta deniz kıyısına gidip, bir kaç bardak çay içmeyi ihmal etmem.



BEBEK KAHVESİ



Boğaz'ın Avrupa yakasında sevdiğim kahvelerin birisi de, caminin tam karşısındaki Bebek Kahvesi'dir. Özellikle pazar sabahları Kuruçeşme'den bir yürüyüş tutturup, gazeteler koltuğumda buraya gelirim. Selam verecek bir kaç tanıdığa mutlaka rastlarım. Gazetelere dalmadan önce, kahvenin önünde park etmiş teknelere, karşıdaki Kandilli Korusu'na, koyda tekneler arasında uçuşup, karnını doyurmaya çalışan martılara bakıp, gözlerimi yıkarım.

İsteyene tavla, kağıt vardır ama ben pek rağbet etmem. Karnım çok acıkmışsa çayımın yanına, açma ya da bir simit isterim. Bebek Kahvesi de bahar ve yaz aylarının en gözde mekanlarından biridir. Burada zamanın nasıl akıp gittiğini hiç fark edemem.



Rumeli Hisarı'nın yanındaki Kale Çay Bahçesi de, gençlik günlerimin favori adreslerinden biriydi. Hala da bu özelliğini koruyor. Boğaz'a ne zaman gitsem, her köşesinde bir anımın gizlendiği bu kahveye mutlaka uğrar, Boğaz'ın sularına dalıp, eski günleri anımsarım. Bu kahvenin en devamlı müşterisi, ünlü yönetmen merhum Zeki Ökten'dir. O söylemez ama, bir çok filmini bu kahvenin masalarında şekillendirdiğini bilirim.

İstinye'de, şehir hatları vapur iskelesinin hemen bitişiğindeki kahve, bence İstanbul'un manzarası en güzel kahvelerinin başında yer alır. Buradan Boğaz bir göl gibi görünür. Emirgan, karşıda Kanlıca, yalılar, uçuşan martılar, İstinye koyundaki tekneler her türlü hayale açıktır. Bir kaç bardak çay içimi sürede, insan başka dünyalara gidip gelir.



ANADOLU YAKASI



Anadolu yakası, manzaralı kahve açısından biraz daha şanslıdır. Ama bu yakadaki kahvelerde de çay ocaklarının yerini, balık ızgaraları almaktadır. Örneğin Beylerbeyi sahilindeki kıyı kahvelerinin çoğu balık lokantası olmuştur. Yine de yemek saati dışında gelenlere, çay-kahve servisi yapılmaktadır. Burada güneşli günlerde şıkır şıkır akıp giden Boğaz'ın seyrine doyum olmaz.



Bu yakadaki bir diğer cennet mekan da, Kandilli Kız Lisesi'nin kapısının hemen karşısındaki Vaniköy Çay Bahçesi'dir. Boğaz'ın hemen kıyısına atılan masalarda oturup karşıdaki Akıntıburnu'nu, Bebek'i, pus olmayan günlerde Kız Kulesi'ni hatta Ayasofya'yı seyretmek bir ömre bedeldir. Bence baharın İstanbul'a gelişi en güzel buradan seyredilir.



Anadolu Hisarı'nda, Göksu ile Boğaz'ın buluştuğu yerdeki balıkçı kahvesi de en sevdiğim mekanların arasında yer alıyordu. Ama gittiğimde kahveyi bulamadım. Yerine açılan Dere Balıkçısı'nı ise içime sindiremedim. Hisar'daki diğer bir favori adresimde Hisarlı Kahve'dir. İskelenin hemen yanında, eski bir yalının alt katında yer alan bu kahve, güneşli günlerde deniz kıyısına masa atar. İşte bu masalara oturup bir bardak çay içmek içime huzur doldurur. Beni bütün sıkıntılarımdan uzaklaştırır.



Kanlıca'daki kahve de manzara bakımından eşsizdir. Çay burada demlikle gelir. Buranın esas ikramı ise pudra şekerli ünlü Kanlıca yoğurdudur.

Evet bahar yüzünü göstermeye başladı. Güneşli günlerin sayısı arttı. Bundan sonrası size kaldı. Tek başına, arkadaşlarınızla veya sevdiklerinizle manzaralı kahvelerde İstanbul'un yeşermesini seyrederek yaşamın keyfine varın.
 
yazan:Mehmet Yaşin

 http://yercekimi.ekolay.net/haber/3186/693522/Istanbulun-kahveleri-II.aspx

5 Şubat 2011 Cumartesi

Devlet Tiyatroları yollarda!

Devlet Tiyatroları Şubat ayında, 14 değişik oyunla, 31 yerleşim merkezinde, 33 turne temsili verecek!

DT’den yapılan yazılı açıklamaya göre, Ankara Devlet Tiyatrosu, Semih Sergen’in yazıp yönettiği "Erkek Ve Kadın"ı, 3 Şubat’ta Karabük’te

sahneleyecek. Hatice Meryem’in yazdığı Funda Mete’nin derleyip yönettiği "Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun" adlı oyun da 15 Şubatta Polatlı’da temsil verecek. Aynı oyun, 17 Şubatta Uşak’ta, 18 Şubatta Kütahya’da, 19 Şubatta Afyon’da, 26-27 Şubatta Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Büyük Sahne’de sanatseverlerle buluşacak.
Adana Devlet Tiyatrosu, Gülriz Sururi’nin yazıp yönettiği "Kısmet"i 8 Şubatta Hatay’da, 9 Şubatta Osmaniye’de, 10 Şubatta Kilis’te sahneleyecek. Trabzon Devlet Tiyatrosu, Uğur Saatçi’nin yazdığı, Barış Erdenk’in yönettiği "İstibdat Kumpanyası" adlı oyunu, 8 Şubatta Ayancık’ta, 9 Şubatta Sinop’ta olacak.
Erzurum Devlet Tiyatrosu’nun, Dersu Yavuz Altun’un yazdığı, Serkan Kunter’in yönettiği çocuk oyunu "Benim Güzel Pabuçlarım", 14 Şubatta

Erzincan’da, Vasıf Öngören’in yazdığı M. Doğan Yağcı’nın yönettiği "Asiye Nasıl Kurtulur" adlı oyunu da 14 Şubatta Erzincan’da, 21 Şubatta Gümüşhane’de, 22 Şubatta Bayburt’ta sahnelenecek.
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Orhan Asena’nın yazdığı, Tamer Levent’in yönettiği "Ölümü Yaşamak"’la, 14 Şubatta Viranşehir’de temsil verecek. Habib Bektaş’ın yazdığı, Özlem Gür’ün yönettiği "Titil ile Bibil" ise 16 Şubatta Siverek’te olacak.
İstanbul Devlet Tiyatrosu Shakespeare’nin yazdığı, Orhan Burian’ın çevirdiği, Hakan Çimenser’in yönettiği "Beğendiğiniz Gibi" adlı oyunu 16 Şubatta Gebze’de, Mate Matisic’in yazdığı’ Füsun Günersel’in çevirdiği’ Kazım Akşar’ın yönettiği "Bedensiz Kadın" adlı yapıtı da 22 Şubatta Kırklareli’nde, 23 Şubatta Tekirdağ’da, 24 Şubatta Çorlu’da, 25 Şubatta Edirne’de olacak.
Van Devlet Tiyatrosu Sam Bobrick’in yazdığı, Eylül Aktürk’ün çevirdiği, Sinan Pekinton’un yönettiği "Sara’yı Evlendirmek" adlı oyununu 17 Şubatta Iğdır’da, 18 Şubatta Doğubeyazıt’ta, 21 Şubatta Hakkari’de izleyiciyle buluşturacak.
Bursa Devlet Tiyatrosu Adem Atar’ın yazdığı, Zeki Gürdal Karaoğlu’nun yönettiği "Özgürlük Oyunu" adlı eseri 22 Şubatta Sakarya’da, 23 Şubatta Bolu’da sahneleyecek.
Konya Devlet Tiyatrosu Cem Günen’in yazdığı, Tomris Çetinel’in yönettiği "Suskunlar Kapısı (Bab-ı Hamüşan)"nı 25 Şubatta Mut’ta, 26 Şubatta da Karaman’da beğeniye sunacak.
Antalya Devlet Tiyatrosu Ahmet Önel’in yazdığı, Ali Meriç’in yönettiği "Hadi Aldat Bakalım"ı 25 Şubatta Isparta’da, 26 Şubatta Burdur’da

sanatseverlerle buluşturacak.
  http://sanat.milliyet.com.tr/Milliyet.aspx?aType=AltKategoriYeni&KategoriID=30&PAGE=2

2 Şubat 2011 Çarşamba

Kansızlık tedavisinde doğru beslenme modeli

http://www.ntvmsnbc.com/id/25177428#storyContinued

Yoğurtlu değil, yumurtalı...

Anemi tedavisinde başarı için her öğünde bol yeşillik yenmesi, demir kaynağı ıspanağın yumurtayla pişirilmesi ve ara öğünde kalsiyumdan zengin besinlerin tüketilmesi öneriliyor
  Türkiye’de demir yetersizliği anemisi görülme sıklığı giderek artıyor. Kansızlık özellikle çocuklarda, gebe ve emzikli kadınlarda sıklıkla ortaya çıkan bir sorun.
Çocuklarda demir eksikliğine bağlı oluşan kansızlık; büyümeyi yavaşlatıyor, zekâ gelişimini olumsuz etkiliyor, enfeksiyonlara yakalanma riskini artırıyor.
Kansızlık tedavisinde doğru beslenme modeli de büyük önem taşıyor. Diyetisyen Şefika Aydın Selçuk, demir eksikliğine bağlı kansızlık tedavisinde tüketilmesi gereken besinler hakkında şu bilgileri veriyor:

EN İYİ DEMİR KAYNAĞI BESİNLER!

• Karaciğer, kırmızı et, tavuk ve balık eti

• Yumurta

• Üzüm ve pekmez

• Kuru baklagiller

• Kuru kayısı, kuru üzüm, kuru dut gibi kuru meyveler

• Yeşil yapraklı sebzeler ( ıspanak, pazı )

• Fındık, fıstık ve susam
BAKLAGİLLERİ ETLE, YUMURTAYI PORTAKAL SUYU İLE TÜKETİN

Demir emilimini artırmanın önemli bir yolu bu besinleri C VİTAMİNİ ile birlikte tüketmek.
• Her öğünde bol limonlu yeşillikler ve bu yeşilliklerden oluşan karışık bir salata, demir emilimi artırır.

• Yumurta tüketilirken yanına taze sıkılmış portakal veya greyfurt suyu tercih edilmesi, yumurtadaki demirin daha fazla emilmesini sağlar.

• Yumurta haşlama yerine kimi zaman menemen gibi pişirilip; yeşil, kırmızıbiber, domates ve soğanla C vitamini kazandırıldığında, demirin alımı artırılmış olur.

• Ispanak yoğurt ile tüketildiğinde demir emilimi azalır. Ispanağın yumurta ile pişirilmesi ise biyoyararlılığını artırır.

• Kurubaklagil ve tahıllı yemekler; yanında mutlaka bol maydanozlu, marullu, domates ve limonlu salata ile tüketildiğinde, tahıl ve baklagillerin içindeki demir daha fazla emilir. Ayrıca bu besinler kıyma, parça et ya da tavukla pişirildiğinde demir alımı artar.

• Demir eksikliği ileri boyutta olan kişiler; süt, yoğurt ve ayran gibi kalsiyum içeren gıdaları yemeklerin yanında değil, ara öğünlerde tüketmelidir. Çünkü kalsiyumun demirin emilimini yavaşlatma özelliği vardır.

• Kahvaltılarda 1- 2 tatlı kaşığı kadar pekmez günlük demir ihtiyacının çoğunu karşılar. Özellikle keçiboynuzu pekmezi yüksek demir içerir.

• Ara öğünlerde; kuru meyvelerden kayısı, dut ve kuru üzüm, günlük demir alımına katkıda bulunur.
YEMEKLERLE ÇAY VE KAHVE TÜKETMEYİN

Çay ve kahveyi ara öğünlerde tüketmek gerekir. Özellikle çayda bulunan fitat ve tanenlerin demir emilimini azaltmamaları için, çayı açık ve limon sıkarak içmekte yarar var.