8 Şubat 2011 Salı

İstanbul'un kahveleri


İstanbul'da kahvelerin, gündelik hayatın temel kültür kurumları arasında yer alması 16. yüzyıla dayanır


Hatta Salah Birsel, ilk kahvelerin açılışı ile ilgili kesin bir tarih bile verir. Ona göre ilk kahveler 1555 yılında, Halep'ten gelen "Hakim" ile, Şam'dan gelen "Şems" tarafından Tahtakale semtinde açılmıştır. Açılış o açılış. Sonrası malum. Pıtrak gibi tüm kente yayılmıştır. Son 10 yıla kadar, sadece erkeklerin gittiği bu buluşma mekanlarında, son zamanlarda kadın kahkahaları da duyulmaya başlamıştır.



Malum, Mart ayına yaklaştık. Önümüzde güzel bir bahar var. Size anlatacağım kahvelerden baharı seyretmenin, yaşamınıza müthiş bir keyif katacağından emin olabilirsiniz.



Bugünlere gelmeden önce, biraz dünde dolaşmakta yarar var. Benim, "kadınlı-erkekli" ilk kahvem Beyazıt'taki Küllük olmuştur. Edebiyat Fakültesi'nde okurken, derslerden arta kalan zamanımı bu kahvede geçirirdim. Burada, kızlı-erkekli tüm arkadaşlar buluşur, ders notlarını değiş tokuş eder, derse gitmemek için bahaneler uydurur veya hangi sinemaya gitmek konusunda kavga ederdik. Daha çok sol görüşlü öğrencilerin devam ettiği kahvenin tarihi, aslında epey eskilere dayanır.



KÜLLÜK'ÜN GEDİKLİLERİ(öğrencilik yıllarımda bizde giderdik...benim okuluma da çook yakındı...mehtap kuzucu)



Burayı en iyi Salah Birsel anlatır. Ünlü yazar "Kahveler" kitabında, Küllük hakkında şu bilgileri verir: "Küllük Kahvesi Beyazıt Camii'nin Aksaray'a bakan kapısı altında, kuytu, koltukaltı bir yerdir. Çınar ve atkestanelerinin serinliği altına sığınmıştır. Küllük'te hemen hemen her yazar, her ozan boy göstermiştir. Yahya Kemal'den tutun da Necip Fazıl, Mesut Cemil, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Şükufe Nihal'e değin herkes buranın kahvesiyle kahvelenmiştir. Burayı sık yoklayanların arasında Neyzen Tevfik de vardır. Reşat Nuri de Küllük'ün gediklilerindendir.

1940 yılında Küllük'ün havası oldukça değişir. Burayı bu sefer yenici yazarlar doldurmaya başlar.



Abidin Dino, Fikret Adil, Rıfat Ilgaz, Asaf Halet Çelebi, Arif Dino, Suat Derviş, Bedri Rahmi Eyüboğlu en çok görünenler arasındadır. 1942'de Orhan Veli de Küllük'te yedek subay giysileriyle görünür..." Küllük işte böylesine önemli bir kahvedir ve edebiyat dünyası, uzun yıllar oradaki masalarda şekil bulmuştur.



MESERRET KAHVESİ



Diğer önemli bir kahve de, Sirkeci'den Cağaloğlu'na çıkarken Ankara Caddesi ile Ebusuut Caddesi'nin kesiştiği köşedeki Meserret Kahvesi'dir. Ben bu kahvenin son dönemine rastladım. Orada çayımı yudumlarken, Meserret artık eski önemini yitirmiş, sıradan insanların devam ettiği, sıradan bir kahve haline dönüşmüştü. Daha sonra tamamen kapanıp, anılardaki yerini aldı.



1900 yılların başında açılan kahve, özellikle gazetecilerin buluşma yeriydi. Muhabirler, yazarlar haberlerini ve köşe yazılarını bu kahvenin masalarında yazıp gazeteye verirlerdi. Burası ayrıca, bir çok dergi ve gazetenin ilk tasarlandığı yer olmuştu. O zamanki transferler de, Meserret'te çay-kahve içilirken gerçekleştirilmişti.



Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sait Faik, Edip Cansever, Muzaffer Buyrukçu, Necip Fazıl, Salah Birsel gibi edebiyatçılar, bu kahvenin müdavimleri arasında yer alıyordu. Meserret Kahvesi'nin kirli masalarında nice şiir, nice öykü, nice roman hayat bulmuştu.



EYÜP'TE PİYER LOTİ



İstanbul'da, en sevdiğim kahvelerin başında, Eyüp sırtlarında, Karyağdı Bayırı'nın sonundaki "Piyer Loti" kahvesi yer alır. Özellikle pazar sabahları, erken saatlerde oraya gitmenin keyfine doyamam. O saatlerde masalar boş olur. Simit, fırından yeni çıkmıştır, mis gibi kokar. Çay tavşan kanıdır. Haliç'e bir pus oturur. Görüntüler netliğini kaybedip, hayale dönüşür. Güneş altında parıldayan cami minareleri, gümüş gümüş akan Kağıthane Deresi, Eyüp, Balat, Alibeyköy, Kasımpaşa... Tüm eski İstanbul'un uyanışını seyretmenin keyfi anlatılır gibi değildir.



Orada oturduğum süre içinde, ne hayallerin içine düşerim anlatsam şaşarsınız. En güzel cümlelerim de, o puslu manzarayı seyrederken aklıma gelir nedense. Kitaplardaki bilgiler, kahvenin bulunduğu yerden görülebilen manzaranın 19. yüzyılda, bugünkü manzaradan çok farklı ve daha etkileyici olduğunu yazar. Örneğin İstanbul Ansiklopedisi'nde bu manzara şöyle anlatılır: "Sola bakıldığında aşağıda Kağıthane Deresi'nin berrak sularının Haliç'e kavuştuğu görünüyordu. Eyüp yeşilliklerle bezeliydi. Eyüp Sultan Külliyesi semtin ortasında müstesna bir görünüme sahipti. Sahilde hanım sultanların sarayları yer alıyordu. Bahariye Adaları da bu güzelliği bütünlüyordu. Görüş derinliği, hava kirliliğinin bulunmayışı nedeniyle Anadolu yakasındaki tepelere kadar uzanmaktaydı..."



Pierre Loti ise adıyla anılan kahveden seyrettiği manzarayı şöyle tarif eder: " Haliç'in nihayetinde Eyüp'ün muazzam peyzajı... Çok eski ağaçlardan mürekkep bir ormandan, mermer beyazlığı ile çıkan mukaddes camii ve sonra muzlim renkler taşıyan ve içine mermer parçaları serpilmiş cesim mezarlıkları ile hakiki bir ölüm şehri olan hazin tepeler... Sağda üzerinde binlerce yaldızlı kayıklı Haliç, Küçültülmüş bir şekilde bütün İstanbul, kubbe ve minarelerini birbirine karıştıran camiler..."



BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR




Ortaköy sahilindeki kahvelerin, yaşamımda özel bir yeri vardır. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, ilk gençlik yıllarım Boğaz'ın bu güzel köyünde geçmişti. Sahildeki kahveler, ailemizin vazgeçilmez yaşam alanları arasında yer alırdı. Babam bir kahvede prafa oynar, annem başka bir kahvede bir yandan arkadaşlarıyla çene yarıştırırken, bir yandan da bana kazak örer, ben ise başka bir kahvede kızların peşinden koşardım.



Siz Ortaköy sahilinde çay içerken, karşıdaki Beylerbeyi Sarayı'nı, Ortaköy Camii'ni, meydanda gezinenleri, geçip giden gemileri, uçuşan martıları görürsünüz. Benim gördüklerim ise bambaşka şeylerdir. Kendimi caminin önünden Boğaz'ın serin sularına atlarken görürüm. Yüzme öğrendiğim günler gelir aklıma. Veya güneş batarken, sahilden salladığım çaparıyı yavaş yavaş çekişimi seyrederim. İskeleye yanaşan vapurun bacasından, kızlara gösteriş olsun diye denize balıklama atladığım günler geçer gözlerimin önünden. Yani ilk gençlik yıllarımı hatırlarım. Onun için her fırsatta deniz kıyısına gidip, bir kaç bardak çay içmeyi ihmal etmem.



BEBEK KAHVESİ



Boğaz'ın Avrupa yakasında sevdiğim kahvelerin birisi de, caminin tam karşısındaki Bebek Kahvesi'dir. Özellikle pazar sabahları Kuruçeşme'den bir yürüyüş tutturup, gazeteler koltuğumda buraya gelirim. Selam verecek bir kaç tanıdığa mutlaka rastlarım. Gazetelere dalmadan önce, kahvenin önünde park etmiş teknelere, karşıdaki Kandilli Korusu'na, koyda tekneler arasında uçuşup, karnını doyurmaya çalışan martılara bakıp, gözlerimi yıkarım.

İsteyene tavla, kağıt vardır ama ben pek rağbet etmem. Karnım çok acıkmışsa çayımın yanına, açma ya da bir simit isterim. Bebek Kahvesi de bahar ve yaz aylarının en gözde mekanlarından biridir. Burada zamanın nasıl akıp gittiğini hiç fark edemem.



Rumeli Hisarı'nın yanındaki Kale Çay Bahçesi de, gençlik günlerimin favori adreslerinden biriydi. Hala da bu özelliğini koruyor. Boğaz'a ne zaman gitsem, her köşesinde bir anımın gizlendiği bu kahveye mutlaka uğrar, Boğaz'ın sularına dalıp, eski günleri anımsarım. Bu kahvenin en devamlı müşterisi, ünlü yönetmen merhum Zeki Ökten'dir. O söylemez ama, bir çok filmini bu kahvenin masalarında şekillendirdiğini bilirim.

İstinye'de, şehir hatları vapur iskelesinin hemen bitişiğindeki kahve, bence İstanbul'un manzarası en güzel kahvelerinin başında yer alır. Buradan Boğaz bir göl gibi görünür. Emirgan, karşıda Kanlıca, yalılar, uçuşan martılar, İstinye koyundaki tekneler her türlü hayale açıktır. Bir kaç bardak çay içimi sürede, insan başka dünyalara gidip gelir.



ANADOLU YAKASI



Anadolu yakası, manzaralı kahve açısından biraz daha şanslıdır. Ama bu yakadaki kahvelerde de çay ocaklarının yerini, balık ızgaraları almaktadır. Örneğin Beylerbeyi sahilindeki kıyı kahvelerinin çoğu balık lokantası olmuştur. Yine de yemek saati dışında gelenlere, çay-kahve servisi yapılmaktadır. Burada güneşli günlerde şıkır şıkır akıp giden Boğaz'ın seyrine doyum olmaz.



Bu yakadaki bir diğer cennet mekan da, Kandilli Kız Lisesi'nin kapısının hemen karşısındaki Vaniköy Çay Bahçesi'dir. Boğaz'ın hemen kıyısına atılan masalarda oturup karşıdaki Akıntıburnu'nu, Bebek'i, pus olmayan günlerde Kız Kulesi'ni hatta Ayasofya'yı seyretmek bir ömre bedeldir. Bence baharın İstanbul'a gelişi en güzel buradan seyredilir.



Anadolu Hisarı'nda, Göksu ile Boğaz'ın buluştuğu yerdeki balıkçı kahvesi de en sevdiğim mekanların arasında yer alıyordu. Ama gittiğimde kahveyi bulamadım. Yerine açılan Dere Balıkçısı'nı ise içime sindiremedim. Hisar'daki diğer bir favori adresimde Hisarlı Kahve'dir. İskelenin hemen yanında, eski bir yalının alt katında yer alan bu kahve, güneşli günlerde deniz kıyısına masa atar. İşte bu masalara oturup bir bardak çay içmek içime huzur doldurur. Beni bütün sıkıntılarımdan uzaklaştırır.



Kanlıca'daki kahve de manzara bakımından eşsizdir. Çay burada demlikle gelir. Buranın esas ikramı ise pudra şekerli ünlü Kanlıca yoğurdudur.

Evet bahar yüzünü göstermeye başladı. Güneşli günlerin sayısı arttı. Bundan sonrası size kaldı. Tek başına, arkadaşlarınızla veya sevdiklerinizle manzaralı kahvelerde İstanbul'un yeşermesini seyrederek yaşamın keyfine varın.
 
yazan:Mehmet Yaşin

 http://yercekimi.ekolay.net/haber/3186/693522/Istanbulun-kahveleri-II.aspx