4 Şubat 2010 Perşembe

çizgisel mimarlıktan elemeği göz nuru















Çocuk Odası İçin EL BOYAMASI Ahşap KULPLAR
Çizgisel İç Mimarlık artık çocuk odaları için ahşap kulplar da üretmekte!
Atölyemizde üretilip elde boyanan ahşap kulplarımızı, hem dolap kapağı hem de çekmeceler için sorunsuz kullanabilirsiniz. Kolay tarımı ile size sadece mobilyanıza vidalaması kalmaktadır..

gülümseten bir haber


Nöbetleşe dilendiler!

Kayseri'de etkisini gösteren yoğun kar yağışı dilencileri durduramadı.

Biri soğukta oturarak dilenirken, diğeri gizlenerek dinlendi.

Dün akşam saatlerine kadar yağan kar yağışı dilencileri, dilenmekten vazgeçiremedi. Adliye ile Orduevi arasında kalan sokakta dilenen dilencilerden biri soğukta oturarak dilenmeye devam etti. Bir diğer dilenci ise, tarihi kapının arkasında gizlenerek dinlendi. Yorulan dilenci bir diğeri ile yer değiştirdi.

Dilencilerin bu dilenme nöbeti akşam saatlerine kadar sürdü.
İHA

yaşadığım semtten manzaralar




mehmet yaşin'den okuduğu kitapların izinde, güzel bir seyahat yazısı


Kah buğulu pencerenin ardından beyaza boyanmış ovayı seyrediyor, kah kitaptan bir kaç satır okuyor, kah karşımda oturan kızıl saçlı kıza bakıyordum. Kitabı okudukça Viyana'yı gözümün önüne getiriyor, Prag'ı ise düşlüyordum. Bunlar kitabın kahramanı iki kentti..

Kızıl saçlı kızı bazen Milena'ya, bazen de Kundera'nın, Prag'ın arka sokaklarındaki bir bodrum katında seviştiği kadınlara benzetiyordum.. Kompartımanda, dilini bilmediğim insanların arasında otururken oynadığım bir düş oyunuydu bu.. Yanımda yine Kafka'nın "Metamorfoz" adlı kitabı ile Kundera'nın "Gülünesi Aşklar"ı vardı.. Bu, son yıllarda geliştirdiğim bir keyfimdi. Gittiğim kentleri anlatan romanları, geçtiği yerlerde okumak müthiş haz veriyordu bana..

Nitekim, Metamorfoz'u Kafka'nın evinin bulunduğu yere yakın bir kahvede okumuş, daha sonra romanda geçen evi ve o korkunç böceği görebilmek umuduyla saatlerce pencerelere bakmıştım.. Kundera'nın kitabını okuduktan sonra da, metroda, arka sokaklarda kadınların peşine takılıp, kendimi kitabın kahramanının yerine koymuştum.. Bu oyunum sayesinde, kentleri daha çok seviyordum.

YÜZYILIN SERSERİSİ

Günün birinde de Los Angeles'te, Sunset Bulvarı'nda, elimde kitaplar, ünlü yazar Charles Bukowski'nin peşine düşmüştüm. Yüzyılın serserisinin, onca rezilliği yaptığı barları araştırmıştım.. Sorup soruşturmuş, gösterilen bir barda oturup, onun gibi ucuz bir bira ısmarladıktan sonra, yazdıklarını okumaya başlamıştım:

"Musso'nun barını severdim.. Oraya götürdüğüm kadınlardan bazılarının adı kötüye çıkmıştı..Birlikte içerken sık sık tartışır, küfürleşir, içkilerimizi masaya devirip, tekrar içki söylerdik..Genellikle hanımlara taksi paralarını verip, cehenneme gitmelerini söyledikten sonra tek başıma içmeye devam ederdim.."

Onun gibi yapmak istemiştim ama, yanımda ne "cehenneme git" diyebileceğim kötü bir kadın ne de birayı masaya dökecek cesaretim vardı..
Bir başka tarihte, karlı fırtınalı bir havada, İzlanda'nın kuzeyindeki bir balıkçı kasabasında, Kuzey Denizi'nin koyu lacivert sularına bakarak, Piyer Loti'nin İzlanda Balıkçısı'nın okumuştum:
"Gökyüzü akımsı, büyük bir öfkeyle kaplıydı.. Ufka doğru alt yanından kararan bir örtü, sonra kül rengi bir kurşinilik ediniyor, ya da kalay donukluğunu andıran renklere bürünüyordu.." Piyer Loti'nin anlattığı deniz biraz ötemdeydi ve ben, kitaptaki bütün tanımlamaları gözlerimle görebiliyordum. O kitabı okuduktan sonra da, bir balıkçı gemisinde balina avıcısı olmak geçmişti içimden..

HEMİNGWAY'İN PEŞİNDE

Bir seferinde de Kenya'da, Hemingway'in peşine takılmıştım: "Kilimanjaro, karla kaplı, 650 metre yüksekleğinde bir dağ.. Masai dilinde bu dağın batı doruğuna Tanrının Evi diyenler var.." Bir yandan, "Kilimanjaro'nun Karları" adlı kitabı okuyor, bir yandan da kafamı satırlardan kaldırıp dağa bakıyordum.. Hatta kitaba kendimi öylesine kaptırmıştım ki, dağın eteklerinde, en büyük boynuzlu yaban keçisini avlamaya bile niyetlenmiştim.. Nairobi'de ise, Hemingway'in şimdi adını hatırlamadığım bir kitabında anlattığı kahveyi bulmuş, öyküyü orada okumuştum.. Kitapta, kahvenin bahçesindeki bir ağaçtan bahsediliyordu.. Birbirlerine haber vermek isteyenler, bu ağacın gövdesine mesaj kağıtlarını yapıştırıyorlardı.. Ben de Hemingway'e bir not yazıp, ağacın gövdesine iliştirmiştim.

Roma'da, İspanyol Merdivenleri'nde oturup Goethe'nin, "İtalya Seyahati" adlı kitabını okumuştum. Ünlü edebiyatçı, kent hakkında şunları yazmıştı: "Roma, başlıbaşına bir alem. İnsanın burada kendini bulabilmesi için bile seneler lazım. Burayı hemen görüp gidebilen seyyahlar ne kadar mesutlar.." Goethe'ye hak verircesine Roma'da kendimi kaybetmiştim..

ASIRLIK CAPE TOWN

Güney Afrika'da, Cape Town kentinde ise Ömer Lütfi'nin, "Ümit Burnu Seyahatnamesi" adlı kitabıyla başbaşa kalmıştım. Buradaki Müslümanlara, dini öğretmesi için padişah tarafından gönderilen Ebubekir Efendi'nin yardımcısı Ömer Lütfi, kitabında bir asır önceki Cape Town'ı şöyle anlatmıştı: "Bu şehir gayetle güzel bir şehir olup, sokakları muntazam ve geniş idi. Şöyle ki on arabanın yanyana geçmesi kabil idi. Bu sokakların boyunca bir gaz feneri, bir ağaç ve yine bir gaz feneri bir ağaç dikilmişti. Gündüzleri ekser sokaklarında güneş yere düşmez idi. Binalar hep kargir olup gayetle sanatlı ve nakışlı idi.." Ve ben yüzyıl sonra elimde, yüzyıl öncesini anlatan kitapla, Cape Town'ın geniş sokaklarında dolaşıp durmuştum..
Sadece romanları, geçtikleri kentte okumakla yetinmedim, daha önce okuduğum romanlardaki yerlerin de peşine düştüm..

BİR KİTABIN PEŞİNDE

Bunlardan en önemlisi, "İsa Bu Köyden Geçmedi" adlı romandı. Kitabın yazarı Carlo Levi adlı bir İtalyan'dı. Musolini yönetimi, aynı zamanda bir doktor olan antifaşist yazar Levi'yi, güney İtalya'nın en ücra köşesine, o dönemde ancak katır sırtında ulaşabilen bir köye sürgün göndermişti.. Kitabı okuduktan sonra, Carlo Levi'nin izini sürme duygusu bir tutkuya dönüştü.. Ve günün birinde, yanımda yazar arkadaşım Nedim Gürsel olduğu halde İtalya'nın bu en fakir bölgesinin yolunu tutmuştum..
İlk durağımız, çizmenin tabanında yer alan Matera kenti idi. Taş yapıları, çoğu terk edilmiş eski evleri, merdivenli dar sokakları ile gizemli bir yerdi. Bir akşam, kente tepeden bakan bir lokantanın terasında oturup, nefis İtalyan şarapları eşliğinde, çan kulelerini, kimsenin yaşamadığı sokakları seyretmiş, kitabın buraları anlatan bölümünü bir kez daha okumuştum..

Carlo Levi'nin sürgüne gönderildiği Aliano köyü ise Matera'nın güneyinde, kayalık bir tepenin üstüne kurulmuştu. Evler, romanda anlatıldığı gibi derme çatmaydılar.. Sokaklar uçuruma açılıyor, köyün alanında siyah şapkalı, kısa boylu erkekler, sırtlarını kilisenin duvarına dayamış güneşleniyorlardı.. Kadınlar, yaşlı ve çirkindiler.. Yazarın kaldığı ev müze olmuştu.. Köyün herşeyi tanıdık geliyordu bana..
Elimden geldiğince, "romanlardaki kentler" gezilerime devam edeceğim.. Şimdilerde bir kaç kitap var..Örneğin Gerald Messadie'nin "Mısır Prensi Musa" sı ile Christian Jacq'ın "Katledilen Pramit"ini Mısır'a, Amin Malouf'un "Semerkant"ını Semerkant"a, Hasan Sabah'ın gizemli dünyasına girebilmek için "Alamut Kalesini" Kafkasya'ya saklıyorum.. Bir de peşine düşeceğim kitaplar var. Onların da sayısı arttı..
Böyle bir alışkanlığı sizlere de öneririm.. O zaman gezmenin, kent sokaklarını arşınlamanın, kendinizi roman kahramanın yerine koymanın tadı bambaşka oluyor.